Bir alaca bakış bu hayata…

Bana dünyayı daha açık seçik görmeyi öğreten biraz fotoğrafsa, daha çok edebiyat ve resim sanatı olmuştur. Dünya müzelerini gezerken, resimler karşısında hissettiğim,sanki dünyanın benim tanıdığımın ötesindedaha karmaşık psikolojik unsurlar içerdiğiydi. Elbette iyi bir resmin tüm çözümleri içermesi gerekmez. Ama bu büyük sanatçılar adeta tanrının yüzünü arıyorlardı.

Bir ressamın dediği gibi “Resim yoluyla dünyayı, onun çöküşünü ve yeniden kuruluşunu sergileriz kendimize. Dolayısıyla bize düşen, gördüklerimize hakkıyla tanıklık etmek, henüz var olmayana da gözlerimizi çevirmektir.”

Diğer sanatlar gibi resmin de nihai konusu gene bizleriz. Bizler ve tahayyüllerimiz.

Fotoğrafla haşır neşir geçen 25 yıldan sonra, 6 yıl önce resim yapmaya başladım ya da cesaret ettim diyelim.

Bu bana çok özlem duyduğu sevgilisine kavuşmuş bir aşığın duygusunu yaşattı. Ve hayran olduğum ressamların dünyasına azıcık yaklaştığım yanılsamasını yaşattığı gibi. Hayallerimi, otobiyografik alt yapısı olan algılarımı, kendi manzaralarımı resim yoluyla da ifade edebilmek tek isteğim. Yoksa Rönesansın yüksek sanat geleneğinden günümüze, çağdaş sanata kadar uzanan genel akışın içinde bir yer kapmak ya da dönemsel ‘Moda’ ve ‘Biçim’ in kalıplarına uymak değil amacım.

Ben nasıl ki Adget’in fotoğraflarının hayranıysam, Soutine’nin resimlerinin de hayranıyım. İkisinde de biçimler acıyla bir karanlıktan kurtulmaya çalışırlar sanki. Ortak özellikleri ıssızlıklarıdır. Bir fotoğraf kağıdında ya da bir tuvalin renk karmaşasında olsun sonuç değişmez, etkileme güçleri aynıdır.

Sanat yolculuğu bir süreç sonunda. Resimler, fotoğraflar pek çok düşünce, an ve duygu içeriyorlar. Bir sanatçı bütün disiplinlerden yararlanabilir, deneyebilir. Fotoğrafla 30 yıldır iç içeyim. Yükselişler yaşadığım gibi düşüşler de yaşadım ama hep sürdü gitti bir şekilde.

Resimlerin, fotoğrafların ilham kaynaklarını, sanat tarihinden, çocukluktan, doğadan, tahayyüllerden, tanımı mümkün olmayan bir melankoliden, rüyalardan aldığımı düşünüyorum. Tinsel ve psikolojik bir çaba bu.

Bu kitabın ve serginin adını “Elem Çiçekleri” koydum Baudlaire’den alıntılayarak. Onun temel aldığı melankoli duygusunun kendimle, fotoğraflarımla ve resimlerle ortak birlikteliğine sahip olduğunu düşündüğümden.

“Bu dayanılmaz kitaba bütün düşüncemi, bütün kalbimi koydum.” diyen büyük şaire bir selam olsun.

Ne olursa olsun benliğin ateşi hep harlı olmalıdır diye düşünürüm. Bazen olmadık nedenlerle bu harlı ateş söner gibi olursa da, bir sanatçı her zaman bu ateşi tekrar alevlendirmelidir. Varoluşun özü olduğunu düşündüğüm “anlamsızlık” a rağmen!

“Bir sanatçı için dayanılmaz olan bir şey varsa, o da başlama duygusunu yitirmesidir.” der Pavese.

Umarım ben de başlama duygusunu hiç yitirmem.

Bu dünyayı inşa etmeye, hayali de olsa umut bağlamaya devam ederim. 

Emine Ceylan

Old Church's stained glass (Casablanca), 2011
Old Church's stained glass (Casablanca), 2011